Onlar zulmetmekten, temel insan haklarını ihlal etmekten, kan ve gözyaşına sebep olmaktan bıkmadı, biz de kınamaktan, tel’in etmekten ve lanetlemekten bıkmadık. Bıkmayacağızda… En son Doğu Türkistan için söyledik, yazdık ve buğzettik. Doğu Türkistan’da yaşayan kardeşlerimizin birçok temel haktan mahrum bırakıldığını, inanç ve düşünce özgürlüklerinin kısıtlandığını, toplama kamplarında tecrit edilmiş bir yaşama zorlandığını, psikolojik ve fiziksel işkencelere maruz kaldıklarını dünyaya duyurmaya çalıştık. “Değişen bir şey var mı?” demeyin sakın! Elimizle zulme engel olamıyorsak bile en azından dilimizle söylüyoruz, söylemeye çalışıyoruz. Yaşama hakkı başta olmak üzere doğuştan gelen temel hakların ihlali nerede ne zaman nasıl olursa olsun zulümdür. İnsafını ve vicdanını kaybetmemiş, şuur kaybı yaşamamış her insan zaten bunu tartışmasız kabul edecektir. Ancak bu ihlalleri yapanlar kılıfına uyduruyor bir şekilde. Bugün dünya üzerinde birçok yerde insanların temel hak ve hürriyetlerine doğrudan müdahale var. Din, ırk, dil vb. gözetmeden buna karşı çıkmak yerine türlü varyasyon ve oyunlarla seyirci kalınıyor. Sonuç ise güçlünün haklı gösterildiği bir sürece evriliveriyor. Peki, gerçek değişiyor mu? Tabiki hayır! Gelin, Anadolu Gençlik Derneği’nin açıklamasından bir kez daha özet yapalım.
“Tarih okumalarımız, sömürgecilerin yağma ve talanlarının dünyayı yaşanmaz hale getirdiğini göstermektedir. Uluslararası anlaşmalar ve insan haklarına dair bildirgeler güçlerin zayıfları ezmesinin önüne geçememiştir. Tüm dünyada, uluslararası sistemde hâkim olan hukuk, gücün hukukudur. İkinci Dünya Savaşının ardından geçen 73 yıla rağmen yeryüzünde barış ve adalet tesis edilememiştir. Başta ABD olmak üzere teknolojik bakımdan güçlü olan ve çıkarlarını her türlü kutsalın üzerinde tutan ülkeler, zayıf bırakılmış ülkeleri ve halkları ezmeye devam etmektedir. Emperyalizm, işgallerle, iç savaşlarla, şiddet ve korkuyla, zayıf bırakılmış ülkeler ve halklar üzerindeki baskı ve tahakkümlerini sürdürmektedir. Çin, 1949’dan bu zamana kontrolü altında bulundurduğu Doğu Türkistan’da Müslümanlara her türlü baskıyı uygulamaktadır. Mevcut dünya düzeninde İslam ülkeleri ve Müslüman halklar, ya ABD, İngiltere, İsrail safında yer almaya ya da Rusya-Çin ikilisinden birine sığınmaya zorlanmaktadırlar. Neredeyse tüm İslam coğrafyasında vesayet rejimleri vardır. Bağımsızlığını ilan etmiş birçok İslam ülkesinde ABD üsleri ve askerleri bulunmakta, bu ülkelerin asker ya da sivil yöneticileri de maalesef tüm icraatlarını ABD vesayeti altında yürütmektedirler. Görünürde bağımsız İslam ülkeleri, ne yazık ki gerçekte ekonomik, teknolojik ve askeri alanlarda küresel güçlere bağımlıdırlar. İslam ülkelerinin küresel güçlere bağımlı oluşları ya da küresel güçler arasında denge politikaları izlemek zorunda kalışları, haksızlıklar karşısında ya göstermelik tepki vermelerine ya da susmalarına yol açmaktadır. Yetmiş yıldır Çin kontrolü altında bulunan ve Türkiye’nin iki buçuk katı büyüklükte yüzölçümüne sahip olan Doğu Türkistan’da da Müslümanların durumu içler acısıdır. Çin yönetimin küresel bir güç oluşu ve boşluk bırakmayan bir diplomasi yürütmesi Doğu Türkistan’la ilgili sağlıklı bilgi akışının ve oradaki Müslümanlarla iletişimin önüne geçmektedir. Hangi renkten, dilden ve inançtan olursa olsun bir topluluğun temel haklardan mahrum bırakılarak sistematik baskılarla asimile edilmeye çalışılması kabul edilemez.” “Ne yapılmalı?” sorusu aklınızdan geçtiyse, devam edelim. “Çin, Müslüman Doğu Türkistan halkının ve Çinli Müslümanların haklı taleplerini susturmak, örtbas etmek ve bu halkların dış dünyayla irtibatlarını kesmek yerine farklı kimliklerin temel hak ve özgürlüklerini yaşayabilecekleri bir zemin oluşturmanın gereklerini yerine getirmelidir. Başta Türkiye olmak üzere İslam ülkelerinin Müslüman Doğu Türkistan’ın haklı talepleri doğrultusunda Çin’e karşı birlikte hareket etmeleri ve her platformda bu konuyu dile getirmeleri Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin seslerine ses katacaktır. Doğu Türkistan’da sıkıntılar yaşanırken işgal altındaki Filistin topraklarında da İsrail, Müslümanlara zulmetmeye devam etmektedir. Suriye’de ve Yemen’de derenin kuşu derenin taşı ile vurulmaktadır. İslam coğrafyasındaki parçalanmışlık mutlaka giderilmelidir. Irkçılık ve mezhepçilik yapılarak bir yol alınamayacağı ortadadır. Yeryüzünde huzur ve barış isteniyorsa, tüm mazlumların ve tüm mazlum coğrafyaların kurtuluşu isteniyorsa, mutlaka ama mutlaka tüm İslam ülkeleri, ABD, İngiltere, Avrupa Birliği ve İsrail güdümünden uzak politikalar üretmek zorundadır.” Haftaya tekrar buluşabilmek temennileriyle sağlıklı, huzurlu ve mutlu kalın, hoşcakalın.