Dersane Tartışmasının Arasında “Bir Cümle”

dersaneler

Fırtına gibi esen, baş döndürecek kadar yoğun bir tartışmanın ortasında buluverdik kendimizi. Geçtiğimiz haftanın bir numaralı gündem maddesinden bahsediyorum. Milat niteliğinde olan Diyarbakır’da yaşananları bile gölgede bırakan dershanelerin kapatılması tartışmaları. Etrafımızdaki herkes, yerel basın, ulusal basın, neredeyse tüm Türkiye’yi etkisi altına alan bir beyin fırtınası. İlk başlarda sevinmedim değil hani. İşte dedim, ilk defa sorunlarımızı açıkça tartışmaya başladık. Herkes meşrebine, cemaatine, partisine, hizbine, kulübüne, ideolojisine kısaca durduğu yere bakmadan ülkemizin en önemli meselesi olan eğitimin kanayan yarasına parmak basacak, fikirlerini cesurca ifade edecek zannettim. Eteklerdeki taşlar dökülecek bir kıpırdanma olacak beklentisi içine girivermiştim. Olmadı! Çok geçmeden bildik hüviyetine bürünüverdi söylemler. Gelsin fanatik atışmalar, gitsin ezberlenmiş nakaratlar. Ayrıntılarına girmeye gerek yok. Sabah akşam basın yayın organlarından iki tarafın da salvolarına bolca şahit olduk. Neyse ki Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası kararın yeniden gözden geçirileceğini söyledi de sular şimdilik duruldu dedik ama Başbakanın yaptığı son açıklamalar bunun böyle olmadığını gösterdi.

Dershanelerin kapatılması tartışmasında biliyoruz ki meselenin kamuoyunun bilmediği çok derin boyutları var. Hükümet adına dershanelerin kapatılacağını söyleyenler de, dershaneler kapatılmasın diye mücadele verenler de ve hatta iki tarafı da fırsat bu fırsat yerin dibine sokanlar ya da iki tarafı da incitmeyeyim diye karışmayanlar da biliyor ki asıl tartışma bu değil. Farklı mecralarda oluşan derin fay hatları eğitim gibi bir hassas bir zeminde bir anda kırılıverdi. Ne birilerinin söylediği gibi dershaneler kapanınca memleketin önemli bir sorunu çözülmüş olacak ne de karşı çıkanların iddia ettiği gibi memleket bir anda batacak.

Aslında bu gürültü patırtı arasında en isabetli tespiti Muğla Milletvekili Prof. Dr. Yüksel Özden yaptı. Nedense üniversitelerimizin hiç ama hiç girmediği dershaneler konusu mecliste tartışılıyordu. Eğitim camiasının içinden gelen Prof. Dr. Yüksel Özden meclis kürsüsünden kendi çocuklarından da örnek vererek bu konudaki değerlendirmelerini paylaştı. (TBMM internet sitesi tutanaklar bölümünden 13 Kasım 2013 Çarşamba günü yapılan konuşmanın tam metnine ulaşabilirsiniz.) Paylaşmasına paylaştı da oradaki bir kelimeden bir anda hedef haline getirildi. Öyleydi böyleydi derken iş uzadı. Uzayan tartışmayı “twitter” mesajıyla bitiren Prof. Dr. Yüksel Özden’in bir cümlesi her şeyin özeti gibiydi. “Doğruları söyleyemeyen hiç kimse benden kendi doğrularını söylememi beklemesin.”

Hazır sular birazcık durulmuşken tartışmanın bir tarafında olmak yerine ve ona göre tavır geliştirmeye çalışmak yerine, çözüm önerilerinin konuşulması gerekir. Bana sorarsanız, ben de sayın vekilimizin tespitine katılıyorum. Kimsenin doğruları samimiyetle paylaşmadığı ve aklıselim düşünmediği bir ortamda konuşmanın kime ve neye faydası olacak ki? Bu konu daha çoook tartışma götürür çok. Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi ESAM’ın İstanbul şubesi; eğitim sistemini zaafa uğratan ve dershanelerin doğmasına sebep olan temel etkenin halen yürürlükteki sınav sistemi olduğu tespitine yer verdiği basın açıklamasında bazı çözüm önerileri sunmuş. ESAM; “yapılması gereken öncelikli iş, müfredatın gözden geçirilmesi, eskimiş, güncelliğini yitirmiş, gereksiz unsurlardan arındırılmasıdır. Öğrenci yerleştirme sistemi mümkün olduğunca sınavlara bağımlı olmaktan kurtarılmalı, bunun mümkün olmadığı durumlarda müfredata sadık kalınması şartıyla, soruların zorluk dereceleri düşürülmelidir. Sınav sistemi, gereksiz bilgilerden ve ilave yardıma ihtiyaç gösteren yapılardan kurtaracak şekilde yeterlilik belirlemeye dönük olarak yeniden yapılandırılmalıdır.

Çocukları ve gençleri toplumsal hayata, iş ve meslek hayatına hazırlayacak eğitimler için uygulamalar ve sosyal etkinliklere fırsatlar oluşturulmalı, gençlerin kendilerini ifade edecekleri ortamlara daha geniş imkânlar hazırlanmalıdır. Varlıkları anlamlı kılan, insan-eşya ilişkisinin sağlıklı bir zeminde gelişmesini sağlayan değerlerin de müfredatta ve eğitim uygulamalarında yer almasına özen gösterilmelidir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” prensibini devlet geleneği edinmiş bir millet olarak geleceğimizi emanet edeceğimiz nesillerin sağlıklı yetiştirilmesi, eğitim siteminin ticari kaygılardan arındırılmasına bağlıdır. Eğitimin asli mecrasına çekilmesi için eğitimi düzenlemekle görevli devlet kurumları bu çarpık gidişe uygun şekilde müdahale etmezse, ticari kaygılar ülkenin ideallerinin önüne geçecek ve gençlerimiz bir meta olarak kullanılacaktır” diyor. Katılmamak mümkün mü? Haftaya tekrar buluşuncaya kadar sağlıklı, huzurlu ve mutlu kalın, hoşcakalın.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Yukarı Çık